13 Ekim 2024

“Normalleşme” üstüne

İktidar “İşte,” diyecek. “Normalleşme” dedik, “Hep birlikte el verelim” dedik, bakın ne yapıyorlar, normalleşmeyi nasıl sabote ediyorlar! Bunlar böyle! Bunların işi olumlu giden işleri baltalamak! Bunlarla hiçbir şey yapılmaz!

Devlet Bahçeli yeni yasama yılının açılışında DEM Partililerle tokalaştı

Bir süredir siyaset gündeminde “normalleşme” kelimesi başlarda, yukarılarda bir yere gelip oturdu. İktidarın iki merkezi de buna katkıda bulundu. Erdoğan “normalleşme”nin faydaları üstüne eğitici sözler söyledi ama Devlet Bahçeli’nin yaklaşımı sanki daha dikkate değer bulundu. Yani “havan dövücü”yü (Erdoğan) “hınk” diyerek izlemekten öte, onu geride bırakan sözler söyledi. Özgür Özel’e söylediklerini siyaset gereği söylediğini açıklaması gerçekten ilginçti. Bahçeli, birini suçlarken neye dayanarak suçladığını açıklamak gereğini pek duymaz. En ağır suçlamaları kolayca söyler. Buna alışmışızdır, şaşmayız, yadırgamayız. Bunun tersini yaptığı zaman (o zamanlar da seyrek olarak gelir) şaşma zamanıdır. Bu alışmışlıktan ötürü olsa gerek, “Yahu, sen bu kadar ağır lafları söyleme hakkını nereden alıyorsun?” diye sormak pek aklımıza gelmez ya da muhtemelen böyle davranarak havayı yumuşatır gibi oluyorsa bunu olumlu bulduğumuz için sormayız. Siyaseti normalleştirmesi beklenen bu tür sözleri söyleyince Bahçeli “şaşırtıcı” olur -şimdi olduğu gibi. Üç aşağı beş yukarı, “kontratsız ittifak”ın büyük ortağını temsil eden Tayyip Erdoğan’ın davranışı da bundan fazla farklı değildir. Hani Esad’a ya da Sisi’ye “Canım, ben onları siyaset gereği söyledim, sakın ciddiye almayın” diye bir açıklamada bulunmak gereğini duymadı ama bulunmuş kadar oldu. Daha birçok görece “minör” benzer durumlar da yarattı: “Bana mı sordunuz?” misali.

Bu örnekler söz konusu iki siyasi önderin de bir çeşit “dilin kemiği yok” politikası uyguladığını gösteriyor. Bu, elimizde “birinci veri” diyebiliriz. Ama şu dönemde ikisinin de normal olarak kendilerinden beklenmeyen bir… “Bir” ne? Dil ve ahenk tutturmaları bunun bir “politika” olduğunu ima ediyor. Siyasette normalleşe denebilecek şeyi böylesine ezip büzmüş olan bu iki parti önderinin bu havadan çalmaya başlamalarının hikmeti ne olsa gerek? “Fazla ileri gittik” mi diyorlar? İşin daha başında reddettikleri koşullara mı dönmek istiyorlar?

Muhalefetin bir kısmı olayı böyle yorumluyor ya da yorumlamak istiyor sanırım. Yapay bir gerilim, her bakımdan endişe verici bir siyasi kutuplaşma... Nereye varır? Toplumun bir yarısı öbür yarısını kapı dışarı mı edecek? Bu mu hedef?

Ama toplumun büyük kısmı bunun peşinde değil. Gerginlikten bıkmış durumda, gerginliği yaratanlar da böyle olduğunun farkında.

Ancak ben Tayyip Erdoğan’ın ve yakın çevresinin “gerilim politikası”ndan yorgun düştüğü kanısında değilim. Onların Türkiye’yi görmek istedikleri yer gerilimin dik alası olmadan varılacak bir yer değil. Her ikisi de (Erdoğan ve Bahçeli) “dava”sı olan siyasi önderler ve birlikte çalışmanın o davaya yarar sağlayacağı (sağladığı) kanısındalar. Davanın kazanılması, özellikle Erdoğan’ın gözünde İslam’ın zaferi olacak. Bahçeli de bunun kendi özlediği Türkiye’ye erişmeyi kolaylaştıracağını düşünüyor olmalı. Toplumun çoğunluğu derseniz, böyle bir hedef için yanıp tutuştuğu yok. Ama toplum içinde bir azınlığın böyle bir davası olduğu kesin ve bunlar Tayyip Erdoğan’a en sadık taraftar kitlesini oluşturuyor. Bu koşullarda toplum neyi seçecek? Daha doğrusu “hangi militan grubu kazanacak?”

Bu çetin çatışmada iktidar blokunun “normalleşme” sloganıyla uzun süre devam edeceğini sanmıyorum. O blokun yapacağı bu yolda her türlü gelişmeyi engellemek ve sorumluluğu muhalefete yüklemek olacaktır. Genel kamuoyunun gözünde “normalleşme” iyi bir şey, şu ana kadar birikmiş çelişkilerin aşılmasını sağlayabilecek tutum. O halde bunu bozmak kötü bir davranış. Ama iktidar “İşte,” diyecek. “Normalleşme” dedik, “Hep birlikte el verelim” dedik, bakın ne yapıyorlar, normalleşmeyi nasıl sabote ediyorlar! Bunlar böyle! Bunların işi olumlu giden işleri baltalamak! Bunlarla hiçbir şey yapılmaz!

Bunları söylemek ve bunları inandırıcı kılan durumlar yaratmak. Görebildiğim kadarıyla strateji bu.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Karışık işler

Sinan Ateş cinayetini örtbas etmekte kararlı olanlar bu bilek güreşini kazanmakta başarılı olurlarsa, şimdiye kadar zaten çeşitli kanlı olayların bulaşıklığını belirli bir ölçüde yaşamış olan AKP iktidarı, yozlaşmanın bu türlüsünü de repertuarına katmış olacaktır. Ateş olayı özellikle bu bakımdan önemli.

HÜDA-PAR ve AKP

Erdoğan’ın geçerli olduğuna inandığı ama söylenme zamanının geldiğini düşünmediği şeyleri HÜDA-PAR söylüyor. Bu bakımdan HÜDA-PAR, AKP’ye bir çeşit “öncü müfreze” servisi sunuyor

Mesajları çözmek

AKP seçimi kazanıp hükümeti kurduğu sık sık yapılan mitinglerde “Ordu göreve!” sloganının nasıl kullanıldığını hatırlıyoruz; demek ki bu “görev”in yerine getirilmesini sabırsızlıkla bekleyen azımsanmayacak sayıda kişi var

"
"